21 Şubat 2013 Perşembe

yalnızlığın keskin uçları

 En yalnız olduğun an'ı bir düşün. Sonuna kadar açtığında kollarını, rüzgarın seni kucakladığını. Bu rüzgarlar da hep soğuk eser zaten. Kollarının arasında bir sıcaklık aradığını. Yalnızlıktan kendinle konuştuğun an'ı düşün. başka hiç kimseye anlatamadıklarını, ha bu iyiymiş ben bunu insanlara anlatırım deyip aklının bir köşesine attığın nutukları. Ve paslanıp yok olana kadar orada bıraktığını. Sonra eski sevgililerini düşün, şimdi ne yapıyordur acaba diye düşündüklerini. Hani senin yalnız olduğun her an o sanki birileriyle berabermiş gibi olur ya. hani gereksiz bir kıskançlıkla onun birlikte olduğu insana savaş açarsın, onun kim olduğunu bilmeden, var olup olmadığını bile bilmeden. Bir nev'i tanrıya savaş açmaktır bu. tanrı en güçlüdür bilirsin. Tanrı, savaşılmaz olduğu için en güçlüdür, bunu bilemezsin. Savaşan herkes bir gün kaybeder. Eğer birileri için olmazsan, yani var olmazsan. Asla ona karşı kaybetmezsin. Bir gün gerçekten sıkılırsın görünmeyen bir düşmanla savaşmaktan. Yalnızlığını şiirle, kitapla, şarkılarla gidermeye çalışırsın. Ne kadar buna uğraşsan da bu mümkün değildir. Bir zamanlar yalnız olan bir şey tarafından sıcak bir kucaklayış olmazsa yine yalnızlığını hissedersin. Oysa şiirler hiç bir zaman yalnız değillerdi ve sıcak da değiller. Sorunu kendinde arama fırtınaları, kendine güvenme dalgaları oluşturur sende. Belki bunun rüzgarıyla bir kaç liman gezersin ama, varacağın nokta yine uçsuz denizdir. Yüz liman gezmiş bir gemi de olsan yüzbirinci limanı merak edersin. Olsun, denemekten korkma.

20 Aralık 2012 Perşembe

sahilde, ılık tuz kokusuyla

  denizin tuzlu kokusu, deniz kokulu ılık meltem. şu anda tek hissettiği buydu. Herkes hayatı anlamaya çalışırdı. Ama o, hayatı o kadarda kompleks bir şey olarak düşünmüyordu. Ona göre hayat bugünlerin toplamıydı. Bugünler ise bu anların toplamıydı. Şimdi deniz kenarında tek başınaydı, ona göre hayat buydu. bu sahili biliyordu. Her lise çıkışında buraya gelir, kitap okur, sigara içerdi. Ama şimdi denizi olmayan bir şehirde üniversite okuyan, ara tatilini de ömrünün on sekiz senesini geçirdiği bir sahil kentinde geçiren bir adamdı. Eski günleri düşündü. Eskiden çok düşünürdü eski günleri. Ama üniversitenin yoğun temposu onu bunun gibi ince şeylerden alıkoyuyordu. Zaman ne çabuk geçiyor diye düşündü. Sınava hazırlık döneminin ilk günlerini dün gibi hatırlıyordu. Ama çok değişmişti. hatırlıyordu ama hissedemiyordu. Üniversite için hayalleri vardı. İlk sınıfta bir kitap çıkaracak, tek başına bir evde yaşayacak, ama sade bir hayat yaşayacaktı. Bunların hiç biri şimdilik olmadı. Ne bir kitap yazabildi, ne tek başına bir evde oturuyor, ne de sade bir hayatı var. Eski günleri düşünmek eski arkadaşlarını özletti ona, içi daraldı. Sarı saçlı kızı, kızıl saçlı kızı, uzun ve zayıf arkadaşını, uzun ve iri arkadaşını, tuvalette beraber sigara içtiği arkadaşlarını... hepsini özlemişti. Ama eldende bir şey gelmeyeceğini pekala biliyordu. Eskiden gittikleri allegrocafe'ye gitmeye karar verdi. Sahil boyunca yürüyecek, ara sokağa girecekti. Ağlamak geldi içinden, bütün hatıraları işgal etmişti benliğini. En çok koyanda, sarı saçlı kızın eskisi gibi konuşmamasıydı onunla. Sonra gece vakti sahilde içtikleri ucuz şaraplar geldi aklına. Ayık taklidi yaparak evine girdiğini. Ama gülümsedi. Ve ''hayat'' dedi. Acaba diye düşündü, hayatım bir roman olmaya değer mi? Acaba biri yazsa hayatımı veya ben yazsam okuyan olur mu? Bir arkadaşı yazarlıkla para kazanmanın yanlış olduğunu söylemişti. Gülmüştü; ona, insanın sevdiği bir uğraştan hayatını kazanması kadar güzel bir şey var mı? demişti. Arkadaşı da gülmüştü buna. Tüm bunlar aklından geçerken bir banka oturmuş olan sarı saçlı kızı gördü, gülümsedi. İşte yeni bir başlangıç fırsatı...

21 Kasım 2012 Çarşamba

sona kalmak

  ne kadar gariptir aslında bir türün bir neslin son üyesi olabilmek. İlkel göllerde bir dinozor neslinin son üyesi olarak sisli bir sessizlik içinde yüzebilmek. Var olabilmek kalabalıklar arasında bir zaferdir asıl. Ama tek olduğunda varolmanın değeri yok olur. Kalabalıklar arasında iyiki varım diyebilirsin belki ama yalnızlık bu mutlu değeri öldürür. Yalnızlık, seni olmak istemeyeceğin bi insan yapar. Yalnızlık seni yalnız yapar. Yalnız olmak asıl sorumluluktur. Yalnız olmak başkadır. O sessiz, sisli gölde yüzerken gökyüzündeki yalnız bir şahinin çığlığına kendi çığlığınla selam verirsin. O an yalnız olmadığını sanırsın. Şahinle arkadaş olmak istemezsin. Çünkü o şahin senin sen olmanı sağlayan şeyi alabilir. Yani yalnızlığını. Ayrıca kim bir şahin olmak isterki. Yalnızlığın meyvesiyle kim arkadaşlık etmek isterki. İnsan sürü içinde rahattır. Aynı milyonlarca çimen arasında bir çimen olmanın verdiği büyük rahatlık gibi. Ama sen bir çınarsan eğer, çimenlerin arasında. Her zaman tehlikedesin demektir bu. Yalnız bir canlı güçlü olmak zorundadır. O yüzden bir çınarın kabuğu serttir. İnsanın kendine saygısı, son olmasıyla doğrultuludur. Gerçek hayata dönmek istersek. Gerçek hayata dönmeyi kim isterki. Var olmanın ereğini kim içinde taşımak ister. Ben istiyorum. Ben benim ve benim tek derdim anlaşılmak. Yalnız olmaktan memnunum ama hayal ettiğim dünyada yaşayamamak bana sıkıntı veriyor. Ben sona kalanım. Bir başlangıcın son bulduğu bir döngüyüm. Evet bu hoşuma gitti, ben bir döngüyüm. Ben hayatı öğüten, hayatı yaşayarak harcayan bir döngüyüm. Din adamları ''ölümü hatırla'' derken ben ''hayatı hatırla'' derim. Ben dindar değilim ve hiç bir zaman dinlerle aram iyi olmadı. çünkü ben dini eleştirdim. Ben dini eleştiren bir neslin sonuyum. Ben bir çok şeyin sonuyum.

5 Kasım 2012 Pazartesi

içimdeki çocuklar



içimdeki insanlar öldü. Onlar savaşmadan öldü. Onlar hiç sevişmemişti. Onlar daha çocuktu. Şarap içerlerdi. Onlar çocuktu ama erken büyümüşlerdi. Hayatı erken yaşta anlamış, hayatı takmamayı öğrenmişlerdi. Sorun, onların yaşamasıydı aslında. Kimse onların yaşamasını istememişti. Onların hayatı birer pervaneydi. Hep dönmüşlerdi. Bir şeylerin etrafında dönmüşlerdi. Kimi evine dönmemişti. Uzak çöllerde, soğuk kutuplarda döndüler. İlk arkadaşlarımdı onlar. Onlarla paylaşmıştım oyuncaklarımı. Kimi zaman kavga ederdim onlarla. Ama annem bizi hep barıştırırdı. Annem beni her şeyle barıştırırdı. Savaşmamayı annemden öğrendim ve içimdeki çocuklarla barış içinde geçindim. Onlar öldü. Onlar, birkaç kadının ayakları altında öldü. Topuklu ayakkabılarıyla çiğnediler onları. Hepsi birer cesete döndü. Onlarsız uzun zaman oldu. onlar, gökyüzüne çıkan merdivenlerimdi. onlar olmadan gerçeği gördüm. Gerçek: benim, onların olmadığı yere verdiğim addı. Onlarla rüyalarım değerliydi. Onlarla aşk güzeldi. Sadece bana aşık olanlar görebildi onları ve korktular. Oyüzden kaçtılar. Kaçtıkları aslında bendim. Aşık oldukları çocuklardı. Hep rüyalar gördüm. Rüyalar beni bu yaşıma getirdi. Ama bir gün rüyalar bitti. Artık rüya bitti...

1 Kasım 2012 Perşembe

kadınlar ağlar

 
                         

Bazen kadınlar ağlar, kadınlar çoğu kez ağlar. Kadınlar sabırlı değildir. Sabır onlara göre bir iş değildir. Kadınlar terkeder. Erkek yerinde durur ama kadın terkeder. Kadın çoğu kez bencildir. Bir erkeğin hatası kadına değer vermektir. Ve hiç bir kadın bir erkeğe ait olmak istemez. Ama erkeklerin hepsine sahip olmak ister. Bir kadın asla başka birini sevemez. Sadece o insanın onda yarattığı duyguları sever. Kadın terkeder, erkek yerinde durur. Erkek salaktır, her erkek salaktır. Kadın başka bir erkeği düşünerek bir erkeği terkederken erkeğin aklında sadece o kadın vardır. Okan bayülgen'in de dediği gibi. Erkek hep salağı oynar. Ama nedense kadın haklıdır. Çünkü kadın her zaman bir sıfır öndedir ve kimse onların kusurlarını dile getirmeye cesaret edemez. Bunun nedeni kadının erkeğin hayatını kaplayışıdır. Her erkek kadınlardan korkar ve bunu kibarlık adı altında başka insanlara yutturur. Kadınlara karşı kibar bir erkek, kadınlardan korkan erkektir. ve onları mutlaka yanında isteyen erkektir.

26 Ekim 2012 Cuma

SEVGİ DUVARI



                  sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
                 kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
                  dilimizde akşamdan kalma bir küfür
                    salonlar piyasalar sanat sevicileri
               derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
                      yakanda bir amonyak çiçeği
                   yalnızlığım benim sidikli kontesim
                    ne kadar rezil olursak o kadar iyi

                   kumkapı meyhanelerine dadandık
              önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
                aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
                  sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
                     öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
                    çöpçülerin elleriyle okşardın beni
                    yalnızlığım benim süpürge saçlım
                   ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

                    baktım gökte bir kırmızı bir uçak
                      bol çelik bol yıldız bol insan
                      bir gece sevgi duvarını aştık
                     düştüğüm yer öyle açık seçik ki
                 başucumda bir sen varsın bir de evren
                  saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
                   yalnızlığım benim çoğul türkülerim
                 ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

                                             
Can YÜCEL

21 Ekim 2012 Pazar

çığıltı

   uzun süre okudum. kitaplar artık bir çok şeyin diliydi. ve bana ait olduğum gerçekliğin anahtarından bahsetti. lanet olası yazlar yaşadım. yandım, güneşlendim, bol bol seviştim. daha yaşın kaç lan da içiyorsun diyen abilerim oldu. her zaman içtim. günah veya haram olması yada yasak olması beni pek tınmadı. uzuyordum, geçmişe değil elbette. benim geçmişim ne ki ? düşüncelere, hayat biçimlerine, insanlara. uzadıkça uzadım. kendime melez bir hayat çizdim ve şimdi o hayatta ilerliyorum. daha önce farketmediğim ara sokaklar, gözüme batıyor şimdi. uzağımı ben seçtim. neye uzak olacağımı bana söylediler ama onları dinlemedim. onları sevmedim. onlarla seviştim ama onları sevemedim. bu bir çok kadının kaderi değil mi zaten? kadınlar, tek başlarına daha güçlüler, çünkü kolayca ağlayabilirler. o yüzden çoğu kez yalnız değillerdir. sırf birileri onları ağlatmasın diye hep onların yanındayız. bir kadını yalnız bırakmak hiç birimizin cesaret edemeyeceği bir şeydir. neden mi? neden olacak onların güçlenip bizi yok etmelerinden korkuyoruz. bu bizim korkumuz. ruhun varlığına inanmasam da onları konuşurum. tıpkı hayaller gibi. bazı insanlar ruhlarını sürekli besler, bazıları ise aç bırakır. bedenin işleyişi ruhu güçlendirir. ve diğer insanların hayatlarımızdaki rolleri, bunlar zaten bir çok şeydir. ben bencil bir insanım. evet öyleyim. bazen kendime neden intihar etmek istemiyorum ben diye sorarım. cevabı: ben üretmek için dünyaya gelmişim, kendimi öldürürsem insan ruhları besinsiz kalır. evet, bence de ben bir bencilim. hiç bir zaman en iyisi olmadım. en iyi olmayı zaten istemedim. herkesin bildiği bir insan olmaktansa kendini bilen bir insan olmayı yeğledim. kendimi tanımam, toplumu ve diğer insanları tanımam anlamına geliyordu. bunun için sosyoloji okuyorum. insanları tanıyarak kendimi biraz daha tanıyacağım. dedim ya ben bencil bir insanım.  insanları rahatça kullanacak kadar zalimim aynı zamanda. çok konuştuğumu söylerler her zaman. demek hala konuşabileceğim şeyler var demektir bu. ben bir caniyim, cehennemin tam ortasındayım. tehlikeli kitaplar okur ve inanılmaz derecede zalimce bir şey yaparım.  insanlarla tanışırım, evet evet duydunuz, ben bazı insanları tanıyıp onları hayatıma dahil etmek isterim. ben öcüyüm değil mi ? hepimiz kötüyüz, kötü olanı seviyoruz.