26 Ekim 2012 Cuma

SEVGİ DUVARI



                  sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
                 kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
                  dilimizde akşamdan kalma bir küfür
                    salonlar piyasalar sanat sevicileri
               derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
                      yakanda bir amonyak çiçeği
                   yalnızlığım benim sidikli kontesim
                    ne kadar rezil olursak o kadar iyi

                   kumkapı meyhanelerine dadandık
              önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
                aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
                  sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
                     öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
                    çöpçülerin elleriyle okşardın beni
                    yalnızlığım benim süpürge saçlım
                   ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

                    baktım gökte bir kırmızı bir uçak
                      bol çelik bol yıldız bol insan
                      bir gece sevgi duvarını aştık
                     düştüğüm yer öyle açık seçik ki
                 başucumda bir sen varsın bir de evren
                  saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
                   yalnızlığım benim çoğul türkülerim
                 ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

                                             
Can YÜCEL

21 Ekim 2012 Pazar

çığıltı

   uzun süre okudum. kitaplar artık bir çok şeyin diliydi. ve bana ait olduğum gerçekliğin anahtarından bahsetti. lanet olası yazlar yaşadım. yandım, güneşlendim, bol bol seviştim. daha yaşın kaç lan da içiyorsun diyen abilerim oldu. her zaman içtim. günah veya haram olması yada yasak olması beni pek tınmadı. uzuyordum, geçmişe değil elbette. benim geçmişim ne ki ? düşüncelere, hayat biçimlerine, insanlara. uzadıkça uzadım. kendime melez bir hayat çizdim ve şimdi o hayatta ilerliyorum. daha önce farketmediğim ara sokaklar, gözüme batıyor şimdi. uzağımı ben seçtim. neye uzak olacağımı bana söylediler ama onları dinlemedim. onları sevmedim. onlarla seviştim ama onları sevemedim. bu bir çok kadının kaderi değil mi zaten? kadınlar, tek başlarına daha güçlüler, çünkü kolayca ağlayabilirler. o yüzden çoğu kez yalnız değillerdir. sırf birileri onları ağlatmasın diye hep onların yanındayız. bir kadını yalnız bırakmak hiç birimizin cesaret edemeyeceği bir şeydir. neden mi? neden olacak onların güçlenip bizi yok etmelerinden korkuyoruz. bu bizim korkumuz. ruhun varlığına inanmasam da onları konuşurum. tıpkı hayaller gibi. bazı insanlar ruhlarını sürekli besler, bazıları ise aç bırakır. bedenin işleyişi ruhu güçlendirir. ve diğer insanların hayatlarımızdaki rolleri, bunlar zaten bir çok şeydir. ben bencil bir insanım. evet öyleyim. bazen kendime neden intihar etmek istemiyorum ben diye sorarım. cevabı: ben üretmek için dünyaya gelmişim, kendimi öldürürsem insan ruhları besinsiz kalır. evet, bence de ben bir bencilim. hiç bir zaman en iyisi olmadım. en iyi olmayı zaten istemedim. herkesin bildiği bir insan olmaktansa kendini bilen bir insan olmayı yeğledim. kendimi tanımam, toplumu ve diğer insanları tanımam anlamına geliyordu. bunun için sosyoloji okuyorum. insanları tanıyarak kendimi biraz daha tanıyacağım. dedim ya ben bencil bir insanım.  insanları rahatça kullanacak kadar zalimim aynı zamanda. çok konuştuğumu söylerler her zaman. demek hala konuşabileceğim şeyler var demektir bu. ben bir caniyim, cehennemin tam ortasındayım. tehlikeli kitaplar okur ve inanılmaz derecede zalimce bir şey yaparım.  insanlarla tanışırım, evet evet duydunuz, ben bazı insanları tanıyıp onları hayatıma dahil etmek isterim. ben öcüyüm değil mi ? hepimiz kötüyüz, kötü olanı seviyoruz.

12 Ekim 2012 Cuma

sanıldığı gibi komünizm,faşizm,cumhuriyet,sosyalizm değildir.

 sanıldığı gibi komünizm,faşizm,cumhuriyet,sosyalizm değildir.

evet bugün televizyon karşısında şehit haberlerini gördüğünüz zaman Türk devleti için yaygara koparabilir alanlara şehitler ölmez vatan bölünmez nidalarıyla çıkabilirsiniz.
ama bugün Türk devleti diye bir şey yok.Türkcell var Ağaoğlu inşaat var ve bir çok büyük firma var.devlet politikalarına şirketlerin yön verdiği gibi devlet kavramı bugün belli etnik oluşumları oyalamak için kullanılmaktadır.siz Türkiye Cumhuriyeti Devleti için askere gittiğinizi söyleyebilirsiniz.ama aslında Türkiye politikasına yön veren burjuvazi sınıfı için askere gitmiş olursunuz ve yine onlar için ölürsünüz.
bu aslında her ideoloji için geçerli bir cumhuriyetçi devlet bunu yapıyor da,sosyalist bir devlet yapmıyor mu sanıyorsunuz.
sizce rusların parlementosunda karl marx tan mı bahsediyorlar sizce ? hayır!!!

onlar da ekonomik planlar yapıyor,savunma stratejisi düzenliyor,bazı devletlere ekonomik tuzaklar kuruyorlar.farkettiyseniz artık sınır savaşları olmuyor.neden ?
çünkü eskiden güç demek toprak demek ti.ama günümüzde güç demek para demek.para ise tabiki kaynak demek.bir insan üç yüz yıl önce güç sahibi olmak için geniş ve verimli arazilere sahip olması lazımdı.bunu için bir ordu kurup bir yerleri alıkoyması lazımdı.
ama bu hep böyle gitmedi.petrolün(özellikle petrolün) değer kazanmasıyla ve bu maddenin şaşırtıcı bir şekilde en sarp ve en kurak arazilerin altında çıkması verimli arazilere sahip ülkelerin liderlerinin gözünü ırak,libya gibi ülkelere dikmesine neden oldu.gerisi zaten malum.
ama yıllar geçtikçe petrolün de değeri düştü. artık devletler bir yere asker gönderip oranın halkını ezip kaynağını almaya üşenmeye başladılar.
Bunun üzerine ekonomik tetikçilerini gönderdiler.bu insanlar zaten değerli olan milyonlarca dolar ile fakir ülkelere gönderildi.en fazla bir kaç yıl içinde o ülkelerden tonlarca petrol çok ucuz bir maliyete amerika ingiltere rusya gibi ülkelere gitmeye başladı.tabiki burda bitmedi fakir ülkenin sütünü emen ülkeler kanını da emmek istiyordu.bu daha kolay oldu.onları coca cola,nike,winston ile tanıştırdılar.ve bu insanlar zaten kendilerinin olan şeyi çalışıp kazandıkarı para ile almaya başladılar.zaten fakir olan ama aç olmayan bu ülkeler fakirlik yetmez gibi aç da oldular.

neyse fazla uzattık.

yani anlayacağınız artık ideoloji,devlet,millet diye bir şey yok günümüz dünya düzeninin ideolojileri ya ssömürürsün ya da sömürülürsün.

ve üzülerek söylüyorum ki Türkiye sömürülen tarafta.

işin ilginç tarafı diğer devletlerin yöneticileri dahi sömürülürken bizim ülkemizde sadece halkın büyük bir kısmı sömürülüyor

10 Ekim 2012 Çarşamba

küçük bir istek

 

   uzun süredir yazıyorum, ondan daha kısa bir süredirde yazıyorum. okuduklarımda okudukça hayatımızın değişeceği yazıyordu. Bu bana bir tüccarın ürününü satmak için uydurduğu bir çeşit yalan gibi geliyor. hayatı hep izledim hayata çok az katıldım. İlk bakışta farklı olmayı istemiştim ama; tanındıkça farklı olan bir adam oldum. Zamanla hatalarımın tek sahip olduğum şey olduğunu farkettim. Geriye dönüp hatalarıma şöyle bir baktığımda, hepsinide benim yaptığımı anladım. Evet, o hataları yapan bendim ve benim o anki kişiliğimdi. Hiç bir zaman en iyi olmadım. Hiç bir zaman hiç bir özelliğim, bulunduğum ortamda en iyi olmama yetmedi. Hiç bir zaman ilk bakışta dikkat çeken bir bir insan olmadım. Çoğu kez de yalnız olmadım. Bana bir arkadaşlık verdikleri için her zaman yanımdakilere minnet duydum. onları kendi içimde tanrılar katına çıkardım. Bu yüzden gittiler ya. Yalnızlıktan, yalnız kalmaktan hep korktum. Kimi zaman bu korkumla yüzleştim ama hep korktum. Ve şimdi yalnızlıktan korkuyorum. sadece bir kere aşık oldum. o da on dört yaşındayken oldu. İlk başlarda çocukluk aşkı dedim kapattım. Bu kapanışın acısını senelerce çektim. Evet, o çocukluk aşkı beni yıllarca bir sarhoşa çevirdi. Bu aşkın bana zararı bir yana faydası da oldu ve bu gözardı edilemezdi. Bu aşk bana hazineye kollarımı daldırmak yerine bir süre o hazineyi izlemenin zevkini, hazzını öğretti. Onun ardından yaşadığım ilişkilerin bir çoğu adım atmadığım gerekçesiyle bitti. Ama bu durumu onlara anlatamazdım ki. Haz, hiçbir zaman benim hayatımı kökünden sökemedi. Belki arada sallayıp solmuş yaprakları döktü ama, asla kökünden sökemedi. Kitaplardan aldığım haz da o ölü yaprakları döktü. Tekrar yaprak açtım ve başka bir kitap yine o yaprakları döktü. Bu o kadar çok oldu ki. Kitaplar ve onlardan aldığım haz sayesinde sürekli yaprak açtım. Hiç bir zaman ölü yapraklarla durmadım. Öyle insanlar görüyorum ki. Üstündeki ölü yapraklar hiç bir zaman silkinmemiş. Ve en acısı artık yaprak açamaz hale gelmiş. Bir arkadaşım bana çok konuştupumu söylemişti, sevinmiştim. demek ki hala konuşacak bir şeylerim var ve hala bir şeyler hakkında konuşabiliyorum. İnsanlar sözlerimin içini açıp bakmadıkları zaman onlara boş derler. İnsanlar böyle değil midir? Bilmedikleri şeye inanmazlar hatta düşünmezler bile. Bu, her zaman böyle değildi. Bir zamanlar eminim ki insanlar, bir şeyler düşünüyorlardı. Ve düşünmek zorundaydılar. Bir zamanlar insanlar, hazır değil kendi ürettikleri bilgiyle gelişiyordu. ne güzeldir aslında o zamanlar. İnsanlardan duyuyorum, zaman çok değişmiş. Hayır zaman değilş insanlar değişti. icatlar bilgiler insanların içindeki hayvanı kontrol altına almak için değil onu doyurmak için kullanıldı. Ve o hayvan hiç doymadı. İnsanlar hep daha fazlasını istedi. İnsanlar olmayanı istedi, herşeyi. Bu dünya yalnız onlara ait sandılar. Ve bu açgözlülüğe sahip olmayanı suçladılar. Onlara berduş dediler ve serseri. Savaşmak, öldürmek istemeyeni vatan hainliği ile suçladılar. Bedel ödemeden bir metrekaresine bile sahip olamayacağımız yerlere vatan dediler. Hatta bu kadarla kalmayıp, bu vatan hepimizin dediler. Çıkış nedenini bile tam olarak bilmediğimiz hatta hiç bilmediğimiz savaşlara girmek, öldürmek zorunda bırakıldık. Sahip olduğumuz(!) dünyada insan olmamız yaşamamız için yetmedi. Kendimi bazen insanlar arasında kıstırılmış hissediyorum. Bazen yazdıklarımı kimsenin okumayacağından korkuyorum. Bazen ümitsizliğe bile kapılıyorum. Korkuyorum, yalnız olmaktan. Etrafımdaki insanların bir gün gideceğinden korkuyorum. Gerçekten korkan insanlar gittiğinde gerçeğe koşan insanlarla arkadaş olamayacağımdan korkuyorum. Kişiliğim gereği bir şeyin yok olmasından değil eksik olmasından korkarım. Etrafımdaki insanların teker teker gitmesinden korkuyorum. Bazen kendime bile söylemeye çekindiğim gibi, yalnız ölmekten korkuyorum. Nesli tükenen bir canlı türünün son üyesi olmaktan korkuyorum. Karşılaştığım her zorluğun bir basamak olduğunu ve bu basamakların bir gün cennete çıkacağını düşünüyorum. O cennetin olmamasından korkuyorum. Bir çok insan gibi sevilmemekten de korkuyorum. Çoğu kez sevilmediğimi de düşünüyorum. Bilinmemekten korkuyorum. Ne ev ne araba ne güzel bir eş. Eski bir motosiklet ve öldükten sonra hatırlanmak istiyoruım. Bazende kendime soruyorum, çok şey mi istiyorum.

2 Ekim 2012 Salı

bir tür yalnızlık

  olabilecek en normal gündü. Okuldan çıkmış, evine yollanmıştı. Bütün ailesi ölmüş kendisi tek kalmış olduğu için bütün ev ona kalmıştı. Birde babasından kalan emekli aylığı. On dokuz yaşında lise son sınıf öğrencisiydi. Dersler ve okul onu pek ilgilendirmiyordu. O, daha çok yazmak için dünyaya gelmiş gibiydi. Evet yazar olacaktı, bunu kafasına koymuştu. Daha kendine bir tarz belirlememişti ama Bukowski ve Kerouac ona çok yakın geliyordu. Onlar gibi yazmayı istiyordu. Bunu ne kadar başarabileceğini bilmiyordu ama en azından ndeneyecekti. Okuyup yazmadığı zamanlar barlara takılırdı. Biraz içer, gece yarısı eve dönerdi. Kapıyı kapatır, kuru sessizliğin hükmettiği odalarda ailesinin yokluğuna küfürler savurur, bazen de ağlardı. Sarhoşken bile onların orda olmasını umut ederdi. Bir gün eve geldiğinde onların orda olmasına şaşırmazdı mesela. Bunu her gün yaşıyordu çünkü. Mahallede içmediği bar yoktu. Bazen bir şarap şişesiyle sokağa çıkar sokakta içerdi. Ama evinde içmemişti hiç. Evde içmezdi. Bunun, ailesine saygısızlık olacağını düşünürdü. Bir defa aşık olmuştu, o da ucuz bir bar konsomatrisiydi. Aslında ona en çok koyan eve geldiğinde ''nerdeydin lan sen?'' diyen bir babanın veya sık sık okula gelen paranoyak bir annenin yokluğuydu. Yaşarlarken bu hallerine isyan ederdi. Şimdi ona isyan edememek koyuyordu. Nereye gitti o anne baba, nereye gitti o boklar ? Daha önce bir ebeveyne sahip olmasa o kadar koymazdı bu yalnızlık. Ama bir zamanlar vardı işte, ama şimdi yoktu işte. Evet, ona da koyan bu. Diğer insanlar da birkaç gün arayıp hal hatır soruyorlar, sonra onlar da kesiyorlar. keşke hiç sormasalardı, sormasalardı da kesmeselerdi. İşte ona koyan buydu. Belki de koymuyordu, bilmiyorum. Ama her durumda insana birşeyler koyuyordu. Ve asla sonu gelmiyordu. Böyle bir hikayesi vardı onun da. Onun, o adı meçhul kendi meçhul insanın. Ne zamandan beri görmüyorum onu, belkide hiç olmadı, bilmiyorum. Bu onun hikayesi, onun ve benim hikayem.