31 Ağustos 2012 Cuma

adalette hız mı? doğruluk mu?

  adaletten kim sorumludur asıl? yani adaleti tanrı mı dağıtır? bunun yalan olduğu kesin. Peki adalet hızlı mı olmalıdır, yoksa dürüst mü?
  adaletin hızlı olması için adaleti bugün yapıldığı gibi azınlığın ve hatta tek bir kişinin eline vermek gerekir. bu adalet zayıftır, bu adalet saçmadır, bu adalet yanılmıştır. adalet hızlı uygulanır ama yanlışlarla doludur. peki bir insan bu adaleti iyilik pahasına kullanamaz mı? elbette kullanır, eğer insan adaleti -gücü- kendi çıkarları için değil, kendini güçlü yapanlar için kullanırsa bu onun gücünü dahada arttırır. süpermen gibi düşünün. Süpermen akıllıydı! süpermen gücünü insanlığın faydasına kullanır, karşılığında insanların sempatisi ve gerektiğinde yardımını alırdı. peki süpermen insanlara yardım edip, gerçek hayatta da basit bir ofis boy olmasaydıda, insanları kendine itaat etmeye zorlasaydı, ne kadar gücünün doruğunda kalabilirdi? bu süpermen faslı günümüz devlet-halk ilişkisine çok benziyor değil mi? ve bir de süpermen denince benim aklıma nietzche ve onun üst insan fikri geliyor. evet bu gün tam olmasa da üst insan vasıflarını taşıyan, adaleti hızlı bir şekilde sağlayanlar var. ama bu insanlar insanın evrimsel olarak üstüne ulaşamamıştır. evet, gücü elde etmiş ama kendi gücünün sorumluluğunu bilememiştir. bu yüzden nietzche hem haklı çıkmış hem yanılmış diyebiliriz bu konuda. bugün çoğunluğun kararını azınlık vermekte ama yanlış ve acımasız bir şekilde vermektedir.
 şimdi de dürüst adalete bakalım. şöyle örneklendirmek istiyorum. bir bilginin salt doğru olabilmesi için en iyi yöntem, bir çok insanın ve bir çok kaynağın bilgisine başvurmaktır. yani bir insanın bir konuda suçlu olup olmadığına ne kadar çok insan karar verirse, doğruluk payına o kadar çok yaklaşılır. eğer toplumun kaderini yine toplumun kendisi belirlerse geleceği en parlak, adaleti en doğru toplum o toplum olur. toplumun adaletinin dosdoğru olmasının yanında oldukça hantal olması gibi bir durum da söz konusudur. bunun başlıca nedenleri: bir çok kişinin fikrinin alınması, farklı fikirlere söz hakkı tanınması, kararların bir tartışma sonucu verilmesi... bu toplumun kararlarının baz alınması Marx'ın teorisini hatırlatır bize daha çok. ama ne yazık ki şu sıralar marx değil nietzche nin zamanındayız. bu nedendendir ki bu durumlara örnek veremiyorum. Ama şunu diyebilirim ki adalet ve güç dağılımında zamanla toplumun payı artacak. yani insan doğanın bir hediyesi ve doğada hayatta kalma şansını artıran kolektif yaşam ilkelerini kabullenecek. ve belki o zaman insan dünyaya yayılan doğayı mahveden bir virüs olmaktan çıkar ve bir karınca kolonisi gibi işbirliği içinde ve doğayla iç içe yaşayabilir.

30 Ağustos 2012 Perşembe

başlıksız bir yazı

  sevmek ruhun bir hali midir? yoksa sadece beden kimyasının karşısındakini kendine uygun görmesi midir? işte bunu çoğu kez soruyorum kendime. bazen materyalist bir şekilde bunun sadece kimyadan ve materyalden kaynaklanan bir durum olduğunu sanıyorum, ama biyoloji konusundaki yetersiz bilgim bunu açıklamama engel oluyor. bazen de sevginin sadece ruhun bir hali olduğunu düşünüyorum. bu kararsızlığın tek nedeni birgün içinde çok farklı şeyler yaşamam ve duygu dünyamın değişken yapısı. amatör de olsa yazarlık gerçekten zordur. sadece içinizden gelenleri yazsanız bile, çok geniş bir edebi hazneniz olmasa da, veya sadece amatör olsanız dahi. bu durum böyledir. yani zordur. bu işin zorluğu da hayatta maruz kalınan mesela sevgi gibi duygular üzerine çok ciddi bir felsefe yürütmektir. yani diğer insanların günlük işlerinden, hiyerarşi mücadelesinden asla zamanını ayıramadığı duygu ve duygu değişimleri, bir yazar için hayata anlam katan uğraşılardır. çoğu kez sevgi üzerine düşünürken pek tabi olarak kadınlar üzerine de düşünüyorum. acaba kadınların bariz olan güce düşkünlüğü, bir erkeği sevmede ne kadar etkilidir. bunun basit ama doğruluğu kesin olmayan cevabı: geri toplumlarda kadınların güce tapmaları, gelişmiş toplumlarda özgürlüğe. hayvani duygulara daha yakın toplumlarda kadınlar bir erkekte öncelikle diğer erkeklere olan bedensel üstünlüğü ele alırken daha gelişmiş ve kültür gibi yapay bir kurumun içine dalmış toplumlarda ise kadınlar kendilerine özgürlük sağlayan erkeklere daha düşkündür. bunun tek nedeni gelişmiş ülkelerde kadınların kendilerini birey olarak görmeye alışkın olmaları. gelişmemiş ezik toplumlarda kadınların kendilerini bir meta olarak görmeye alışmış olmaları. işte tüm her şeyi açıklayan önerme budur.
  bu yazıya başlık koymuyorum çünkü bu yazıda birden fazla konuda yazdım. nasıl diye sormayın öyle denk geldi sadece.

  ama şu da bir gerçek ki: sevmek bir ana ait sadece.

29 Ağustos 2012 Çarşamba

ben insan değilim,


parayı sevmem, kadınları erkeklerden ayırmam, bir kadına sırf amı olduğu için gerekenden fazla değer vermem.
mesela benim son model bir telefonum yok, çok lüks bir arabam yok, çok büyük bir dairem yok.
tek sahip olduğum iki oda ev, eski bir telefon ve doksan model jawa bir motosiklet, bir eski bilgisayar ve komşudan kaçak çektiğim internet.
evet siz buna fakirlik mi dersiniz bilmem ama ben kendini satmamış bir insan görüyorum bu hayatta.
siz milyarlar ödeyip aldığınız arabada her gün işe gidip gelirken,
benim emektar ile mersinin dağlarına çıkarken aldığım zevki alamazsınız.
siz fıstık gibi karınızla, o an bile iş hayatınızı düşünerek sevişirken,
benim ucuz bir barda tanıştığım yarı kevaşe bir kadınla gece boyunca sevişmemin zevkini alamazsınız.
siz çok paralar verip aldığınız belki onlarca kariyer ve kişisel gelişim dergisini okurkenki aldığınız haz,
benim ikinci el kitapçıdan aldığım bir bukowski veya kafkadan aldığım hazzın yanında sıfır kalır.
ben mesela hiç playboy okumadım veya pahalı bir restoranda pahalı bir yemek yemedim.
ben makarnamı yedikten sonra divanıma oturur ve biraz müslüm gürses dinlerim dinlerken de bir 216 marka sigara yakarım.
ben insan değilim çünkü sizin gibi paraya veya daha başka bir şeye bağımlı değilim. ben hep temiz değilim, hiç bir zaman düzenli de olmadım.
ama hep kendim oldum. mahallemdeki insanlar ne derse desin benim dairemin tabanı kaygandır. sık sık arkadaşlarım gelir ve içeriz.
bazen yanlarında sarhoş bir kaç kadın da olur.
ama hiç bir zman zengin değiliz, genciz, fakiriz ve mutluyuz.

ve en önemlisi kendimiziz.

ruhu yaşlılar

 bir insan düşünün; aklında hep sorular, anlam veremediği haksızlıklar, kendini daha ileriye taşıyacak şeyleri topluma ters düşenlerde bulmuş. İnsanım ve parada gözüm yok, insanım ve hiç bir insandan nefret etmiyorum, insanım ve kürtleri de seviyorum, insanım ve kürt bir sevgilim var, insanım ve milliyetçi değilim, insanım ve din ile alakam yok. Ne kadar şaşırtıcı değil mi? ben de bazen kendime şaşırıyorum. Ne yapıyorum diye. Neden diğer tüm normal (!) insanlar gibi olamıyorum. Ben aşık olmam, severim ama aşık olmam. Ben hiç bir zaman rol yapmam: param olmadığı zaman zengin rolü yapmam, müslümanların arasında teist rolü yapmam, eğer bir kadınla düzüştüysem namuslu rolü yapmam. Çünkü ben deliyim, siz akıllısınız. Düşünsenize bir; para, aşk, namus, milliyetçilik, din size ne verdi? bunların hepsi için başka birini harcamanız gerekiyor. yani bir insanı yani sizden birini. Yoksa itibarınızı, namusunuzu, dininizi, paranızı o insanlar elinizden alır değil mi. Garip, insanlların kendilerine hiç bir şey vermeyen olgulara sıkı sıkı bağlanmaları gerçekten garip. Ve insan o kadar ezik ki! Ne kendine saygısı kalmış ne de karşısındakine. Artık insanın haricindeki her şeye insandan kat be kat fazla değer verir olduk. Peki bu ne için? Tabi ki azınlık için. Ve bugün azınlık için çoğunluk feda edilmekte ve insanlar demokrasi, cennet, eşitlik beklemekte.
 Bir yazarın sözüydü, çok anlamlıydı: ''malesef günümüz insanı gönül verdiği şeylerin sahteliğini anlayacak kadar uzun yaşamakta'' evet arkadaşlarım. İnsan, ancak yaşlılıkta anlıyor ne kadar yanıldığını, ama o zaman da dünyayı değiştiremeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Ve köşelerinde bir şeyleri eleştirmekten başka bir şey yapmıyorlar. Ama ruhu yaşlı olanlar-Bu terimi ilk olarak alacakaranlık serisinde duymuştum- gerçeğin farkına daha erken varıyor. Ne yazık ki onların da kolektifleşme gibi bir amacı yok.

28 Ağustos 2012 Salı

müzik üzerine

  müzik, yapaydır. İlk olarak Sümerler tarafından bulunduğu bilinir. Derler ki dalları birbirine sürterek yaparlarmış ilk müzikleri. bu bana müzik hakkında şunu kavramamı sağladı. Müziğin bir insanın ruhuna dokunması için illa bangır bangır vollere sert ritimlere veya uçurum gibi ekolara ihtiyaç yok. Peki ne oldu diye sorarsanız, insanın zevkleri köreldi derim ben. Artık basit müziklerden hoşlanamıyoruz. artık müzik insanın ruhuna dokunduğu için değil. Yakışıklı erkeklerin güzel kızların söylediği için. Bu şarkıları söyleyenlerin popüler bir hayatları olduğu için.
Ve  en kötüsü bazı kesimlerin, insanlığın bu en müthiş icadını ticaret öğesi yapmasıdır.