‘’Gecikmedim ya?’’ dedi. Gecikmemişmiş mi acaba?
‘’Yok gecikmedin, sanırım ben biraz erken geldim.’’ dedim. Geldi, koluma girdi, beraber cadde boyunca yürüdük. Güzel bir kafeye gidip iki lafın belini kırarız, birkaç iltifat ederim diye düşündüm yol boyunca.
Bir kafeden içeri girdik, sonra o masada oturan zıpırlardan birisi, Songül’e seslendi, o bilindik cool tavırlarla falan; hey Songül, buraya gelin, buradayız, diye. O an beynimden vurulmuşa döndüm. İçimden o zıpırı öldürmeye dair planlar yapmaya başlamıştım bile. Durup dururken nereden çıkmıştı? Ne güzel kızla baş başa muhabbet edecektik, belki ilk defa ellerinden tutar, gözlerinin içinde bütün dünyayı unuturdum. Ama ne mümkün, hep bir yerlerden böyle zıpırlar çıkar. Ne zaman değişecekti ki benim bu köhne talihim?
‘’Hadi tatlım, gidelim, iyi çocuklardır, takılırız.’’ dedi. Bu laflar bana zıpırların bir yerlerden çıkıp durmasından daha çok koydu. Baş başa kalmadıktan sonra buluşmanın anlamı ne ki? Birde başka erkeklerle onu muhabbet ederken görmek zorunda mıydım? Aşk üzerine yazılan bütün o zırvalıklar neydi?
‘’Ben başkalarıyla pek takılmak istemiyorum, sadece seninle takılmak istiyorum. Senden başka kimse beni ilgilendirmiyor.’’ dedim.
‘’Çok tatlısın.’’ dedi, tatlıymışım, kıçımın kenarı. ‘’Ama şimdi kırmak olmaz ki, davete icabet, medeniliğin gereğindendir. Sonra senin için asosyal falan derler amaaaa.’’ Şu dünyada nefret ettiğim bir şey varsa, o da zaten şu medeniyet ve lanet gerekleri. İyi de onlara sosyal olduğumu ne zaman iddia etmiştim ki? Peh, ne dedikleri kimin umurundaydı, onları tanımıyordum bile.
Mecburen oturduk masaya. Songül pek bir istekli kasıla kasıla oturdu, zıpırda sandalyesini çekip resmen benim kıza iş koyuyordu, hem de benim yanımda. Kızda öyle nazik teşekkürler ediyordu. Komikti bir bakıma. Kızın sandalyesini çekmek, çok büyük işti doğrusu. Kızdan nefret etmeye başladım o an. Yani tamam güzel müzel ama o tavırlar falan neydi öyle. Daha kafeye girmeden önce ona aşık olduğumu düşünüyordum, sorunda bu ya zaten, ciddi ciddi düşünüyordum. Ben gerçekten deli olmalıydım.
Yirmi saat boyunca, öyle oradan buradan konuştular ki kulaklarımı tıkamak için pamuk getirmediğime pişman oldum. Şunu tanıyor musun? Aaa evet, şu şu şu değil mi? Biliyor musun ne yapmış o? Ne yapmış? Şöyle, şöyle, şöyle. Aaaa öyle mi? Sanırsınız aya ilk adımı falan atmıştı. Ama bilemiyordunuz, bir kızla buluşunca böyle zıpırların bir yerlerden çıkıp, kafanızı şişireceğini, bilemiyordunuz. Zıpırla bizim Songül iyi kaynaştılar. Sonra Songül felaket sıkıldığımı falan sanıp, kalkmamız gerektiğini söylediğinde, bizimle beraber kalktı ve iki sokak boyunca peşimizi bırakmadı. Bir ara eğer olur da bu kızla evlenirsem, gerdek odamızda falan bile bizi yalnız bırakmayacağını düşündüm. Bu kızla evlenmek mi? Deliyim ben.
Sonra peşimizi bıraktığında ne yaptım? Songül?ün elinden tutup, benimle uzaklara gelmesini, bu lanet şehirden kurtulmak, bu sıkıcı ve boş insanları unutmak istediğimi söyledim. Kabul etmedi tabii. Gerçi o kabul etseydi bile onunla gideceğimi sanmıyordum. İşin ilginci bunu ona söylerken ciddiydim. O an yaz mevsimine inat sert bir rüzgar esiyordu ve sanki o rüzgar bunun son buluşmamız olduğunu fısıldıyordu. Artık yolculuk vakti gelmişti.
bu hikaye sevdiğim dostum A.Artaud un çalışmaları sonucu meydana gelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder