1 Eylül 2012 Cumartesi

falcı (böyle buyurdu zerdüşt)

  insanlar büyük bir kedere düştüklerini gördüm. en ileri bile işlerinden bezmişlerdi.
  bir mezhep ortaya çıkmıştı ki sloganı şu idi: ''Herşey boştur, hepsi birdir. Her şey geçmiştir.''
  ve bütün tepelerden yankı geliyordu: ''her şey boştur, hepsi birdir, her şey geçmiştir.''
  Oldukça iyi bir hasat yaptık. Fakat neden bütün meyvelerimiz çürüdü ve esmerleşti? Son gece muzip aydan ne düştü de böyle oldu? Bütüm emekler boşa çıktı. Şarabımız zehir oldu. Tarlalarımıza ve kalplerimize nazar değdi. Hepimiz kuruduk. Üstümüze ateş düşse kül gibi tozacağız. Hatta ateşi bile söndürebiliriz.
  Bütün pınarlarımız kurudu. Deniz bile çekildi. Bütün temeller yıkılacak. Fakat derinlik yutmak istemiyor.
  İçinde boğulabileceğimiz deniz nerde? Böyle dert yanıyoruz. Sığ bataklıklar üzerinde böyle dert yanıyoruz.
  Gerçekten biz ölemeyecek kadar yorgunuz. Şimdi artık uyanık duruyor ve mezar boşluklarında yaşamaya devam ediyoruz.
  Zerdüşt bir falcının böyle söylediğini duydu. Ve onun falı yüreğine dokundu. O, değişmişti. Kederli ve yorgun dolaştı durdu. Ve falcının anlattığı adamlara benzedi.
  Zerdüşt havarilerine az sonra ''Bu alaca karanlık gelecek'' dedi. Ben ışığımı bundan nasıl kurtarayım ki, bu gamın içinde sönmesin? Çünkü o ışık uzak dünyaları ve en uzak geceleri aydınlatacak.
  Zerdüşt yüreğinde bu kederle dolaşıyordu. Üç gün ne yedi ne içti. Huzurunu kaybetmişti ve konuşamıyordu. Sonunda derin bir uykuya daldı. Fakat havarileri ne zaman uyanacak ve konuşacak ve ne zaman kederlerinden kurtulacak diye uzun geceler başında nöbet beklediler.
  Zerdüşt yüreğinde bu kederle dolaşıyordu. Üç gün ne yedi ne içti. Huzurunu kaybetmişti ve konuşamıyordu. Sonunda derin bir uykuya daldı. Fakat havarileri ne zaman uyanacak ve konuşacak ve ne zaman kederlerinden kurtulacak diye uzun geceler başında nöbet beklediler.
  Zerdüşt uyandığında sesi havarilerine pek uzaklardan geliyor gibiydi: ''dostlarım benim rüyamı dinleyin ve onu yorumlamaya yardım edin. Bir rüya bana bir bilmece gibi geliyor. Onun işaretleri içinde saklıdır ve tutsaktır ve serbest kanatlarla uçamaz. Rüyamda hayattan ayrılmıştım. Ölümün o ıssız dağ kulesinde gece ve  mezar bekçisi olmuştum. Yukarıda ölümün tabularını bekliyordum. Basık tavanlar, bu zafer işaretleriyle doluydu. Cam tabutların içinden, yenilmiş hayat bana bakıyordu.
  toz haline gelmiş sonsuzluğun kokusunu duyuyordum. Ruhum tasalı ve tozluydu. Zaten orada, kimin ruhu ferahlayabilir ki?
  Etrafımda gece yarısı aydınlığı vardı. Yanımda yalnızlık çömelmişti ve hırlayan ölüm sessizliği, dostlarımın en kötüsü ile üçleşmiştik.
  En paslı anahtarları taşıyordum ve onunla bütün kapıların en gıcırtılısını açabiliyordum. Kapının kanatları kımıldayınca bütün koridorlara acı bir gıcırtı yayılıyordu. Bu kuş sevimsiz ötüyordu ve uyandırılmak istemiyordu. Fakat o susup da etrafta sessizlik başlayınca bu korkunç sessizlik içinde yalnız kalmak daha korkunçtu ve kalbi burkuluyordu.
  zaman, 'öyle bir şey varsa' , böyle geçiyordu. Ben ne bileyim! Fakat sonunda beni uyandıran olay meydana geldi.
  Kapı gök gürler gibi üç defa vuruldu, kubbeler yankıyla üç defa inledi. O zaman kapıya gittim.
  ''Alpa'' diye bağırdım, külünü dağa taşıyan kim? Alpa, Alpa külünü dağa taşıyan kim? Anahtarı soktum, kapıyı kaldırmaya uğraştım, fakat daha bir parmak aralık olmadan uluyan bir rüzgar kapının kanatlarını açtı. Islık çalarak, gürleyerek, önüme siyah bir tabut attı. Tabut uluyarak, öterek çatladı ve içinden binbir kahkaha fırladı. Bin çocuk, melek, baykuş, deli ve çocuk kadar iri kelebek suratlarından bana karşı kahkaha atıyordu. Korku ile irkildim, yere düştüm ve dehşetten ömrümde bilmediğim şekilde bağğırdım, kendi feryadım beni uyandırdı ve kendime geldim. ''
  Zerdüşt rüyasını böyle anlattı ve sonra sustu. Çünkü rüyasını yorumlayamıyordu. Fakat en çok sevdiği çömezi hızla ayağa kalktı. Zerdüşt'ün elini tuttu ve şöyle dedi:
  ''Ah, Zerdüşt, bizzat senin hayatın bu rüyayı yorumlar. Ölüm kulelerinin kapısını parçalayan tiz sesli rüzgar sen değil misin?
  Hayatın rengarenk maskeleri ve kötülükleriyle dolu tabut bizzat sen değil misin?
  Gerçekten, Zerdüşt, ölü odalarına bin katlı çocuk kahkahası gibi girer ve bütün gece mezar bekçilerine ve karanlık anahtarlarla dolaşan baskılarına güler.
  Sen kahkahanla onları ürkütecek ve devireceksin.
  Kudretsizlik ve uyanma, senin onlar üzerindeki iktidarını kanıtlayacak, hatta uzun gece ve ölüm yorluğu geldiğinde sen yine gökyüzümüzde batmayacaksın, ey hayatın müjdecisi!
  Sen bize yeni yıldızlar ve yeni gece güzellikleri gösterdin. Gerçekten, gülmeyi renkli bir örtü gibi üstümüze serdin. Şimdi daima tabutlardan çocuk gülümsemesi kaynayacak ve bütün ölüm yorgunluklarına sert bir rüzgar esecek. Bunun güvencesi ve falcısı bizzat sensin.
  Gerçekten, sen bizzat onları, düşmanlarını rüyanda gördüm. Bu senin en kötü rüyandı. Fakat nasıl ki sen o rüyadan uyanıp kendine geldiysen, onlar da uyanacaklar ve sana geleceklerdir.
  Çömez böyle dedi. Bütün ötekiler, Zerdüşt'ün etrafına toplandılar ve elini tuttular. Ve rüyasını ve kederini unutarak kendilerine dönmesini rica ettiler. Fakat Zerdüşt yatağında doğrulmuş ve yabancı bir bakışla oturuyordu. Uzun bir yolculuktan dönmüş gibi, havarileri kendisini ayağa kaldırınca birdenbire bakışı değişti, olan biteni kavradı. Sakalını sıvazlayarak gür bir sesle şöyle dedi:
  ''Pekala, bunun zamanı var çömezlerim, çabuk iyi bir yemek hazırlayın, kötü rüyaları böyle ödemek isterim. Fakat falcı yanımda yesin ve içsin. Ona bir de içinde batabileceği bir deniz göstereyim.
  Zerdüşt böyle dedi. Ve rüyasını yorumlayan insanın yüzüne uzun uzun baktı ve başını salladı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder